3 Kasım 2010 Çarşamba

● Kadın doğası ile modern kadının sosyo-ekonomik statüsünün uzlaşması mümkün mü?



Kadın doğurandır, üretendir. Doğası gereği çevreden çok kendisiyle ilgilidir. Yine doğası gereği yuvasına ve yavrularına esas olarak sahip çıkan varlık da odur. Bu bağlamda kadının evde oturması ve bebeklerini büyütmesi beklenir, çünkü yaptığı en iyi işin bu olduğu düşünülür. Ancak bu yanlıştır, bir kadın bunu doğası gereği yapar. Hayatını kazanmak için (ve belki de sadece sevdiği için) çalışmak ise tamamen farklı bir olgudur ve her kadın bunu da yapabilir, tabii eğer isterse. Çalışma hayatında da, dışarıda da kadına ihtiyaç vardır ve onun yeteneklerine de.


İşte burada akla gelen kaçınılmaz soru: Eğer kadın da çalışma hayatında olacaksa, o zaman çocukları kim büyütecek? Bunun çözümü bilinse de ne yazık ki bizim ülkemizde de olduğu gibi birçok ülkede geniş kitlelerce hala kabul görmemektedir. Anne doğum iznini kullandıktan sonra çalışmayı tercih eder ve sonraki 2-2.5 yıl için bebek bakımını herhangi bir şekilde çözerse, çocuk kreşe verilmeye hazırdır. Tabii anne bu süre içinde çalışmamayı da tercih edebilir. Ancak her halükarda, zamanı geldiğinde çocuk kreşe verilmeye hazırdır. Çocuğun gelişimi açısından da bu daha iyidir, çünkü çocuk bütün gün evde sadece anneyle yeterli sosyal ortamı paylaşamaz. Yaşıtlarıyla iletişime geçme şansı olmaz. Ayrıca kreş ve anaokullarında çocuklardan sorumlu kişiler, bu işin eğitimini almış uzman kişilerdir. Her anne, istemese bile, çocuğuna davranılmaması gerektiği şekilde davranabilir. Özellikle bütün sosyal yaşamı evde olan bir kadının psikolojisinin muhtemel durumu düşünülürse, bu hiç de sağlıklı olmayan bir seçim olabilir. Bunda kadının kesinlikle bir suçu yoktur. Çünkü o, bu psikolojiye itilmiştir. Bundan ileri gelen bir sağlıksız yetiştirme, ne kadının sevgisizliğinden ileri gelir ne de beceriksizlik veya yeteneksizliğinden. O sadece yine de çocuğunu düşünür ve onu en iyi şekilde yetiştirmeye çalışır, bu arada verdiği zararların farkında değildir veya önemsiz olduğunu düşünür.

Bu farkında olmama ve önemsememe, görünüşte kadına atfedilmesi olası negatif özellikler de olsa, gerçeğe bakılırsa; bunun da sebebi yine kadını bu anlamda yanlış, bilinçsiz yönlendiren ataerkil toplumdur. Çünkü mağaradan beri kadın hep içerideydi. Feodal dönemde ve sonrasında da evden çıkarılmadı. Çocuk bakımı –zenginler, soylular ve kraliyet çocuklarının dadılar tarafından büyütülmesi bir kenara bırakılırsa- hep anneye yüklendi. Şimdi, böylesine uzun zamandır süregelmiş, kemikleşmiş bir düzende kadın nasıl yetiştirme tarzında bir hata sezebilir? Bu nasıl mümkündür? Tek şansı dışarıdan bakabilmesi ve fark edebilmesidir ancak bu şans ona tanınmamıştır.

L

2 yorum:

  1. bugünün modern insanının geçmişi 10 bin yıl öncesine dayanıyor. kültürün gelişmeye başladığı insansıların geçmişi ise 2.5 milyon yıl öncesine..geçmişe baktığımızda kadının aslında toplayıcılık döneminde mağara içinde değil erkekle beraber dışarıda olduğu kadın-erkek ayrımının çok fazla yapılmadığı hatta kadınların toplumdaki statüsünün erkekten daha yukarıda olduğu yapılan kazılardan tespit edilmiş. ta ki aryan ırkı (ki bunlar ataerkil insan ırkı oluyor) dişil toplum kültürünü yok edene kadar. kadın önemliymiş çünkü üremeyi sağlayanın kadın olduğuna inanırmış eskiler. ki ne zaman kadının taşıyıcı olduğu anlaşılmış (halbuki kadın hem taşıyıcı hem gen vericidir)o zaman düzen bozulmuş. zaten dinlerin ortaya çıkışı da ata erkil toplumun 8 bin yıl önce öne çıkmasıyla başlamış..kadın çocuk bakmak, yemek yapmak, eve bakmak zorunda değildir.. bunlar ataerkil toplumun uydurduğu şeyler..

    YanıtlaSil
  2. selam Erkek Adam; bilgilendirici yorumun için teşekkür ederim, hele de blogun en çömez ilk yazısına olduğu için yorumun, ayrıca memnun oldum =)

    aslına bakarsan bu konularda kafam hâlâ karışık: ataerkil düzen öncesi kadın daha çok değer görürken çocuklarına bakmıyor, onları (hatta erkeklerini) beslemiyor muydu? Mutlaka yapıyordu bunları. Bana göre bunlar doğal dişil özellikler. Hatta güzel ve işlevsel. Tabii yüzyıllarca süregelen alışkanlık ve yerleşen algıların beni de etkilemiş olması mümkün, şimdilik bu olasılığı göz ardı ediyorum.

    Sanırım asıl sorun; bu resmin haddinden fazla "benimsenmesi" ve dayatılmasında yatıyor.. Halbuki her kadından aynı şeyler beklenmemesi gerektiği gibi, söz konusu düzene uymayı seçen kadının da yaşamında bir denge sağlanması gerekiyor. Sadece eve ait bir görev listesiyle sınırlamanın kadının ruh sağlığını nasıl etkilediğini görüyoruz. Veya başka bir zararlı etkisi olabiliyor; o da tek ufkunun televizyondan ibaret olduğu bir dünya. Yani modern ev kadınlarının hâli. Sonra da onları aşağılıyoruz izledikleri programları vs kast ederek. Halbuki düzenin mecburi sonucu.

    Bu yazının ardından bir uzlaşmanın mümkün olduğunu iddia etmiştim; kaynak olarak da dünya ekonomi forumu'nun verilerini kullanmıştım. Şimdi şüphelendiğim şey; listenin en üst sıralarındaki ülkelerin kadınları da mutlu mu acaba? Devletin sağladığı kolaylık ve olanaklar nereye kadar yardımcı? Yüzeysel çözümler mi yoksa mevcut düzende olası en iyi yol mu? Bunu anlamak için Hollanda, Fransa, İsveç gibi ülkeleri kendi aralarında da kıyaslamak gerekebilir. Bu da apayrı bir araştırma yazısı olur.

    Hem taşıyıcı hem de gen verici olmasına rağmen ve bunun eski çağlara göre bilinmemesi için artık neden kalmamışken kadının bugün yeteri kadar değerli görülmemesi hem düşündürücü hem de üzücü.

    YanıtlaSil

Lütfen çekinmeyiniz, yorumlayınız, tartışalım =)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...