26 Şubat 2013 Salı

Düş Gezginleri: “Eve ekmek getirme” sendromu mu, erkek şovenizmi mi?


Toplumumuz evliliklerini (veya zindan hayatını) eleştirirken veya kadının erkekten gördüğü şiddeti konuşurken ekonomik düzenden de mecburen bahsedilir. Kadının ekonomik özgürlüğünün olmadığında erkeğin ekonomik alanda kurduğu hakimiyeti bir koz olarak kullanıp gerek sözle gerek fiziksel olarak kadını tehdit ettiği örneklerine çokça değinmişizdir. Çoğunda da “erk” sahibine, daha doğrusu toplumun ve geçmişin ona yüklediği erk ile birlikte bunu sürdürme geleneğini taşıyan –ve bunun farkında bile olmayan- erkeğe öfkeleniriz. Bunun yanında kaçınılmaz olarak ataerkil yapıyı eleştiririz.

Aslında ataerkil yapıyı eleştirirken asla (ben rastlamadım) yanlış çıkarımlar veya yersiz yargılarda bulunmuyoruz. Çünkü düzenin kemikleşmiş bu yapısı çok şeyi açıklamaya yetiyor –tabi biraz eşelendiğinde.

Ancak bazen an geliyor ve sistem değil de erkeği suçluyoruz. Herhangi bir olayda yeri olan, payı olan tikel erkeği suçluyoruz. Eril şovenizmi savunacak son insanlardan biriyim belki de fakat ataerki bizi öyle kör ediyor ki bazen, sahnedeki şovenizmi kadın sergilese bambaşka yargılara varıyoruz. Belki benzer davranışları sergileyen kadını değil de, buna maruz kalan kişiyi hedef alıyoruz. İkiyüzlü sistemin olan biteni nasıl yönettiğini göremedikçe biz de ikiyüzlü birer kukla oluyoruz neticede.

Evet, kadını aşağı görmenin ve cinsiyet üstünlüğü yarışına giren erkeğin mutsuz olması (yarıştığı sürece mutsuz olacaktır çünkü doğurgan değildir) ile birlikte ego tatminine yönelmesi, tam da ataerkinin olumsuz sonuçlarındandır. Mesela “ekmeği kazanan” olmak da erkekte bir tahakküm alanı yaratır ve bu çok kullanışlı bir iktidar malzemesidir.  Fakat bu tahakküm, eril zihniyet ve ataerki sonucu mu yoksa sadece basit bir “ekmeği kazanan olma sendromu” mu? Belki de hepsi birden? Örneğin “Düş Gezginleri” adlı filmde sosyal statü yönünden Havva’dan üstün konumda olan Nilgün’ün, her kızıp köpürdüğünde Havva’ya yaptıkları, şovenist kocanın karısına yaptıklarının tam olarak aynısı. Özetlemek gerekirse:
1-     Kızdığında belli bir noktada “orospu” kelimesini aşağılamak amacıyla kullanıyor.
2-     Havva’nın başkasıyla flört etmesine tahammül edemiyor, öte yandan kendisine bu anlamda özgürlük tanıyor.
3-     Havva’nın aldatması konusunda paranoyakça davranıyor ve hatta şiddete varan davranışlar sergiliyor.

Kısacası, Nilgün ve Havva’yı izlerken neredeyse günümüz şovenist koca ile karısı tadında bir çift izler gibi oldum. Kadını ezmenin sadece cinsiyet ve ilkel güç mücadelesi kaynaklı olması değil ama ayrıca aynı yaşam alanı paylaşılması ve ekonomik  katkıda bir ast-üst ilişkisi kökenli olabileceğini düşündüm. Burada ezen de bir kadın, ezilen de bir kadın iken, benzer sahnelerde tikel olarak erkeği suçlarken burada tikel olarak kadını suçlamanın çelişkili ve neredeyse gülünç görünmesi kafa karıştırıcı bir nokta.  Demek ki bu tip bir şovenizm, sadece erkeğe değil, kadına da atfedilebilecek bir davranış. 

Ancak kadına da atfedilebileceğini açıklayan joker kavram yine ataerkil düzen. Çünkü Nilgün, Havva ile kavga ederken onun zayıf noktası olan ve toplumda utanç verici görülen eski mesleğini dile getirmesi, hele de (eril) jargona uygun "orospu" diyerek bağırması, bana özgür düşünceli bir kadının sergileyeceği davranışlarmış gibi gelmiyor. Düzenin amaçladığı kadın bedenine sahip şovenist erkek davranışları gibi geliyor. Çünkü kız çocukları da, erkek çocukları gibi bu gözlüklerle yetiştiriliyor; büyüdüklerinde hemcinslerini namuslu/namussuz, orospu/hanımefendi diye kategorileştirsinler diye. Bu kavramların kendileri eril bir lügattan çıkma iken, bir de çocuklar gelecekte resmen birbirlerini ötekileştirmek için kullansınlar diye öğretiliyor.

Görünen o ki Atıf Yılmaz, kadın veya erkek fark etmeksizin, ataerkinin yetiştirdiği herkesin aynı davranışlar sergileyebileceğini göstermiş. Yeter ki karşısında toplumun hor gördüğü uygun hedef olsun: Ha hayat kadını, ha herhangi bir kadın. 

Tüm bu sorgulamaların yanında, ayrı bir yazı hatta araştırma konusu olabilecek bir meseleyi merk ediyorum: Acaba “breadwinner” rolü, aile yaşamında erkek olmanın genetik hafızada işlenmiş bir yansıması olabilir mi? 

5 yorum:

  1. aslında şöyle birşey var.
    güç aslında bir lanet.
    güçlü olduğunda sorumluluk ve yetki sahibi olursun.
    ve bunlar çok kolay kötüye kullanılabilir.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. katılıyorum ancak benim fikrim; zayıf kişiliklerin gücü kötüye kullanma eğiliminde oldukları. yorum için teşekkür ederim ilgiyeihtiyacımvarlan.

      Sil
  2. Güç defolu kişiliklerle birleşince bu ister kadın olsun, ister erkek fark etmez, egosunu tatmin etmek için karşıdaki insanın en acı duyacağı yere psikolojik ve fiziksel saldırılarda bulunarak kendi kendini sapıkça diyebileceğim bir doyuma ulaştırma çabası bana göre. ‘’Ben çok güçlüyüm, seni her şekilde ezerim, çünkü sen zayıf ve de acizsin, benden aşağıdasın ’’ mesajını karşı tarafa vermesi ve bunu ona öyle ya da böyle benimsetmesi.

    Kendi defosunu elinde bulundurduğu gücü kullanarak kamufle etmeye çalışan zavallılar diyorum böylelerine ben. Bir de işin saygı boyutu var ki o daha vahim Lalehan.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hoşgeldin Tuana. dediğin gibi, gücün defolu kişiliklerle birleşmesi asıl tehlike ve bunun örneklerini hayatın her alanında görüyoruz: iş, siyaset, sosyal yaşam.. bunun daha sinsi örneklerini ise akademi ve entelektüel çevrelerde görürüz; fikir paylaşımı veya bilgi peşindedir sanırız ama tüm amacı bildiğini göstermek ve fikirlerini kabul ettirmektir.

      tüm insanlar zaaf ve acizliklerle doludur ama bu türlüsü en tahrip edici olanı gibi geliyor bana. Yorum için teşekkür ederim Tuana.

      Sil
  3. Hoş bulduk Lalehan. Evet, dediğin gibi tüm insanların zaafı ve acizlikleri var, ki sana katılmamam mümkün değil.Bu tür insanlar en tahrip edici ve en tehlikeli olanlar bana göre de.

    YanıtlaSil

Lütfen çekinmeyiniz, yorumlayınız, tartışalım =)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...